9 Ağustos 2011 Salı

Aidiyet yanılgıdır

En fazla bir oksijenin iki tane hidrojene ait olabildiği kadar aidiyet yeterli. Dışarıdan yeterince enerji alınırsa kopup gideceğini bilerek.

En çok kırık kanatlı bir güvercinin kanadına kavuşmasını istediğimde sorduğum bir sorudur. Aidiyet cidden bir yanılgı mıdır ? Bu güne kadar kırık kanatla girip hayatıma kanadına bandajlar yaptığım ve kanadını yeniden kullanabildiği gibi ilk işi uçmak olmayan kimse ile karşılaşmadım. Benim kanadımda kullanılabilir olduğunda arkama bile bakmadan uçtuğum ve sonradan "evet bende yapmışım" dediğim zamanlar da vardır. Bu işin doğası bu sanırım.

Aidiyet hissediliyor ise kanadı kırık olanın kanadına özen gösterilip, kolunu kırmak gerek. Aidiyetsiz ve mutlu olarak yaşamayı tercih ediyorum.

Aidiyet yanılgısının hassas noktası olarak şöyle birşey görüyorum. Bunun dışındakileri aidiyet olarak algılamıyorum ve benimsiyor seviyorum.

Karşımızda on tane şey var iken, yedi tanesi bize uyuyor ise hepsine bütünlük olarak uyduğunu söylemek. Ben aralardan seçtiğim yedi tane ile mutluyum. Sevmediğim üç taneyi de istemiyorum. Sadece arada kalmamak bütünlük olarak bir şeylere aidiyet hissetmek için, bütünlüğe aidiyet yaşamamaktan yanayım. Ve o 7 taneyede aidiyet hissederim diyebilirim ama benim aidiyetten anladığım bu değil. Sevmediğim üç şey den biri yada çoğu gündem oluşturuyor ise bütünlük içinde uzağında kalırım gündemi değişsin diye.

Beklerim gündemi yeniden sevdiğim şeylere döndüğünde yeniden yanında durum. Bu mutsuz olmamak için değil, beni mutlu edecek şeylere daha fazla zaman ayırmak için olan bir şeydir. Gülün dikeninden korkmam elim kanayacak diye ama elim o an kanıma karışmaması gereken şeyler ile dolu ise gülün dikeni özellikle gözüme büyük görünür. Ama tam aidiyet elinde zehirde olsa gülü sevmek zorunda bırakabilir bizi.

Aşk üzerine: aidiyette son nokta üzerine.
iki insanın en eşit düzlemde iletişim kurabileceği yegane nokta. ki umrumuzda bile değil üstün olan BEN olmalıyımların arasında kaybolur eşitlik.Halbuki ne kadar eşit ise o kadar mutluyuzdur. ama iki tarafta "BEN ÜSTÜN OLMALIYIM" diyen ve hiç susmayan iç sesine yenik düştüğünden olsa gerek hep mutsuzluğa kaptırılır gider.

İki tarafında açık açık. istersem bir başkası ile de olabilirim diyebilecek özgürlükte bakarak. Ve o bilindik, iki tane güneşi üç tane ayı olan doğası çok güzel olan bir gezegende yaşamak gibi, fantastik gelen bir hale gelse bile başka bir insanın düşüncesi. Başka sadece başka olduğu için güzel görünen slüetler arasında, gerçekten gerçekçi bakıldığında yanındakinden daha güzel göründüğünde gidebilecek kadar cesurca durabilirse iki kişi yan yana. O zaman aidiyette yoktur ve aşkında ta kendisi ile karşı karşıyayızdır. İmkansız gibi ama böylesi fantastik bir yapıyla anlatmıyorsan anlattığın şey aşk değildir zaten iki taraf yinede aidiyet içinde değildir.

30 Mayıs 2011 Pazartesi

Erkek egemen ve Kadın egemen Toplum

Egemenliğin ortadan kalktığı bir dünya düşü içinde toplumdaki en temel ve en öncelikli egemenlik problemine bir göz atalım.

Şu an dünyadaki savaşların en büyük sebebi hiç kuşku yoktur ki erkek egemen yapıdan kaynaklıdır. Cinsiyetler arası egemenlikte erkeklerle ilgili en büyük sorunsal soyun devamı ile ilgilidir. Erkek soyunun devamını garantileyebildiğini anlayabilmek için kadını kendisine bağlamak zorundadır. Başka bir erkek soyunun devamının garantisini engelleyecek en önemli faktördür. Kadınlarda ise böyle bir sorun yoktur, doğurduğu çocuğun kendisine ait olduğu garantidir, soyunu devam ettirebilmesi için kısır olmaması yeterlidir. Soyun devamlılığı için süren mücadelede erkek egemen kültür içinde erkekler arasında büyük bir kaos oluşmaktadır. Bu kaos erkeklerin birbirini ister istemez rakip olarak görmesini sağlamaktadır. Kadınlarda ise böyle bir sorun yoktur, bir çocuk doğurduğu taktirde kendi soyunu devam ettirdiğinden emindir.

Erkeklerin soyunun garanti altına alma isteği sonucunda oluşturulması gereken kompleks yapı, modern toplumun hem temelini hemde en problemli kısımlarını oluşturmaktadır. Erkek soyunun garantilenebilmesi için kapalı bir sistem oluşturmak zorundadır. Oluşturduğu bu kapalı sistem içinde soyunun devam ettiğine emin olur. Bu kapalı sistem bütün toplum ile bağını koparır. Klasik geleneklerden bakarsak; evlilik sırasında bekaretin öneminin en büyük sebebi doğacak çocuğun kime ait olduğunun bilinmesi arzusundan kaynaklıdır. Erkek egemen toplum içinde bir kadın benim çocuğumu taşımayacaksa ne benimle evli olmalı nede yaşamalıdır anlayışına kadar gitmektedir. Bu kopuk bağlar ile gelişen toplum diğer insanlarla yabancılaşmaya ve ötekileştirmeye karşı kapılarını sonuna kadar açar. Kendisine akraba, yakın mesafelerde olan, aynı kültürden, dinden, milletten olan kadınların öteki erkekler ile ilişkilerini kısıtlama arzusu oluşturur. Kadınlar üzerinde cinsel kısıtlamalar oluşturur. Cinselliğin kısıtlanması şiddet eğilimlerinin artmasına ön ayak olan en önemli faktörlerden biridir. Bu sıkışmalar ve topumun zorunlu kıldığı kapalı sistemin düzenlenmesi çok ağır bir yük haline gelir. Sıkışmalar ve yüklenen ağırlık ile şiddet eğilimi daha da sertleşir ve ötekileştirmeye ardından da şiddete sonuna kadar bir kapı aralar...

Kadının egemen olduğu kültürde ne gibi değişiklikler olur...

Kadınların egemen olduğu kültürde en başta soy devamlılığı sorunu olmadığından, kadınlar arasında bir rekabet söz konusu değildir. Kadınlar arasında rekabet olmadığı için toplumun kapalı bir toplum oluşturma zorunluluğu yoktur. Toplum içinde daha temelden bir çekirdek oluşmadığı, aile kavramındaki sınırlar erkek egemen yapıya göre daha saydam olduğu için; toplumsal alanda da sınırlar daha saydam hale gelir. Sert toplumsal ayrımlar oluşmaz. Toplumsal ayrımlar sertliklerini yitirdikçe sertlikler, şiddet ve savaşlar daha çok anlık reflexlere iner. Uzun süreli problemler yaşanmaz...

23 Kasım 2010 Salı

anti-amerikanizm mi ? evet

Eğer olası Amerikan imparatorluğunun başarısı varsayımına dayanarak bir gelecek kurgusu yapacak olursak; köleci ve kokuşmuş Roma imparatorluğu'nun şaşalı devrinin geri dönüşünden başka bir benzetme bulamıyorum bu duruma. Eksi Roma'nın en şaşalı dönemleri çürümenin ve barbarlığın en fazla hissedildiği dönemlerdi. O dönemde esirler arenada aslanlara parçalatılarak eğlenilir, arenaya doluşan soylu olmayan halk kütleleri de bunu bir spor olarak coşkuyla alkışlardı. Günümüzde Amerikan imparatorluğu tüm dünyayı bir arenaya çevirmiş görünüyor ve oyunda imparatorluk tebaası olan dünya halkları oyunları arenaya bile gitmeye gerek kalmadan evlerinde TV'lerinin başlarında izlemektedirler. Oturduğumuz yerden teknoloji harikası yüksek atış güçlü Amerikan silahlarının özelliklerini, simülasyonlarını, düşman silahlarıyla mukayeseli (renkli) grafiklerini vs. görmekteyiz. Amerikan saldırganlığını TV'lerimizin başında bir oyun yada dizi film gibi izlemekteyiz. Bu süreçte öldürülen insanların her şeyden önce birer insan oldukları hususunu akıllarımıza bile getirmiyoruz. Niye ? Çünkü çekimlerde uçaktan atılan "akıllı bombaların" hedefi imha edişini izliyoruz. Bir sığınakta yada hastanede Amerikan uçaklarınca vurulan, katledilen insanların bulunduğu noktalara asla konuşlanmıyor kameralar, bombalara hep tepeden bakıyorlar (saldırganın mevziinden yani) ama aşağıdan asla.

Ahmet Arslaner
Mecmua sayı 9

16 Kasım 2010 Salı

Kurban bayramı

Kurban, insan kurbanı.

Gladyatör dövüştürüldüğü zamanlardan beri birilerinin tanrılar için kurban edilmesi, bununda insanlara izletilmesi geleneği devam etmektedir. Günümüzde kurbanın bu hali televizyonlar ve internet aracılığı ile devam etmekte. İnsanlarının birbirini öldürmesini izlemek, asılmaları izlemek insanların her dönemde ilgisini çeken bir konuydu. Günümüzde ise televizyon ve internet aracılığı ile büyük kitlelere uygun bir şekilde devam etmektedir, savaşlar yapılır ve büyük kitlelere izletilir. İran - Irak savaşından beri bütün savaşlar canlı yayın misali insanlara izletilmekte. Pkk ile Tsk arasında devam eden savaşta ise, bir taraftan biri öldüğünde diğer taraftan olan birileri sevinir haldeler. Gladyatörlerden bahis oynadığı tarafın kazanmasını ister gibi izler, kendi tuttuğu tarafın galip gelmesine odaklanırken, yaralanan ve ölenin insan olduğu unutulur.

Kurban, hayvan kurbanı.

Hal böyle iken hayvanları korumak adına bir iki cümle kurabilmeyi isterdim ama yukarıdaki gerçeklik ile yüzleşince, insanlığımdan utandım. Biz kimiz de hayvanların haklarını savunalım...

20 Ekim 2010 Çarşamba

Önümüzdeki seçime UZAKTAN bakış

Parmak boyama işlemi hala devam ediyor mu bilmeme ama, elimi de vicdanımı da kirletmekten yana olmadım hiç bir zaman. Öncelikle bunu belirttikten sonra, seçim denince ne anlıyorum onu açıklamaya çalışacağım.

Irak savaşının netleşmesinin üzerine, Anadolumda bir seçim oldu, aynı zamanlarda Avrupa'da şimdi tam hatırlamıyorum ama sanırım Almanya'da bir seçim daha vardı aynı zamanlarda. Almanya seçimlerinde yarışanlar birbirlerine karşı her konuda neler yapacaklarını anlatırken, Irak savaşına destek verilip verilmeyeceği konusunda. Şayet destek verilirse nasıl destekler ile kısıtlı kalabileceği konusunda açıklamalarda bulunuyorlardı. Aynı dönem Anadolu topraklarında yaşanan seçimlerde ise bu konular konuşulmuyordu. Ben o zamanlar Irak denen bölgenin Avrupa kıtasında olduğunu zannediyordum. Meğersem komşuluk bağlarım olan bir memleketmiş.

Bu örnekten yola çıkarsak, genel olarak zaten seçimler konusunun çivisi çıkmıştı, vaat edilenler hiçbir zaman gerçekleştirilmiyordu. Artık vaatler bile verilmez oldu anladığım kadarı ile, "Benzin 1YTL olacak" gibi vaatleri olanları saymazsak tabi. Peki seçtiğiniz insanları neden seçiyorsunuz hiç düşündünüz mü ?

Uzaktan bakıyoruz ya hani, biraz hayal kuralım. Bu günlerde bir füze kalkan sistemi diye bir şey var ki evlere şenlik. Ama bizim hiç umurumuzda değil çünkü kadınların başları örtülmeli mi örtülmemeli mi gibi çok büyük bir öneme sahip sorunumuz var. Seçimlere kadar bu meseleyi uzatmayı başarabilirlerse şayet, füze kalkan projesi gerçekleşmiş ve İran ile ABD arasında bir gerginlik başlamış olabilir. Şu anki iktidarın ilk geldiği dönemdeki, Irak meselesinde olduğu gibi yine İran konusunda kimse ağzını bile açmaz olur. Yoksa Abd buralara sadece Irak için mi geldi ? Daha savaş başlamadan önce bile hiçbir tahminci böyle bir tahminde bulunmuyordu. Açıkça görülüyor ki şimdi de füze kalkanı diye bir isimle, İran konusunda bir hareketlenme başladı. İsrail ile yaşanan "One munit" meselesi ve gemi saldırısı meselesi yeterli olur mu bu konuda bilmem, lakin bu şekilde devam ederse Müslüman ülkelerden sahte bir güven alıp Müslüman bir ülke olan İran konusunda hamle yapılmaya başlanmış görünüyor. Abd'nin gündemi bu bizim gündem saptırma yöntemimiz türban, ki kadınlardaki türban mı yoksa hepimizin başına geçirilmiş bir türban mı anlamıyorum. Hayalimizi burada bitirip, gerçeklerle ne kadar bağı olduğunu ise okuyuculara bırakıyorum.

9 Temmuz 2010 Cuma

Referandum yaklaşırken

iki ile üçü toplarsak sekiz eder. Birde iki ile ikiyi çarparsak dört eder. Şeklinde birkaç tane şeyi nasıl oluyorsa üçü bir arada kahve gibi önümüze sunacaklar. Bende salak yerine konmaktan sıkıldığım için oy moy vermeyeceğim. Evet diyerek bir diktatörlüğün altyapısını oluşturmanın vebalini istemem. Hayır diyerek bir dizi özgürlük silsilesinin başka baharlara ertelenmesinin vebalini almak istemem.

Oluşturulabilecek en iyi alternatif bu maddelerin teker teker oylanması olabilir. Bu alanı biraz mercek altına almak isterim. Parlamento çatısı altında toplanmış kitlelere bir bakalım. İktidar zaten iki kere iki dört eder diyerek zokaya yemini koymuş, yemi yutalım diye denize atmış durumda. İki ile üçü toplayınca sekiz edeceği durumu da yersek zokayı tam yutmuş ve avlanmış olacağız. Bu anlamda iktidarın zaten planını değiştirmek gibi bir niyetinin olmadığı ; anayasa referandumunu parça parça sunmak gibi bir niyetinin olmadığı çok açık. Parlamento içindeki muhalefetlere bakacak olursak. Kendi güçleri ile referandumu parça parça yapacak güce sahip olmayan parlamento muhalefeti, güçlerini artırabilmek için halk hareketi gerçekleştirebilirler. Lakin bu hiçbir şekilde işlerine gelmez çünkü. Anayasaya sıkı sıkı bağlanmış güçlü bir halk bu maddeleri umursamaz bile. Parlamentodaki muhalefet yapısının hiçbir şekilde işine gelmeyecek anayasal değişikliklerin sesi çok yüksek çıkar. Hadi bunları geçsek bile, desek ki parlamentodaki muhalefetin tek başına buna gücü olsa bile, yarın öbür gün iktidara geçmek gibi bir durumda karşılarında bilinçli bir halk isteyen bir parlamenter muhalefetin var olduğunu düşünmek ne kadar mümkün...

25 Haziran 2010 Cuma

Devlete bir Soru Sordum

Dünya nükleer bir felaket riski ile yaşıyor. Her an dünya gezegeni infilak edebilir. Üstümüzde çok büyük bir yük var. Ama siz hala ordu barındırıyorsunuz. Sizin gibi dünyada çok sayıda devlet var ve bu gidişle üçüncü dünya savaşı kaçınılmaz bir son olacak. Üçüncü dünya savaşının nükleer silahların da kullanılarak yapılacağı kesin. Bu gezegenimizin infilak etmesine sebep olur. Bu gezegen bizim yok olmaması için ne yapılması gerekiyorsa yapmaya da hazırım.

İçinde yaşadığım toplumun ordusu gezegenime ihanet etmemi istiyor benden. Bunu yüzyıllardan beri gelen geleneklerinden dolayı istiyor lakin nükleer teknolojisi daha yeni bir teknoloji. Bu yeni teknoloji dünyadaki çoğu kültür gibi bizim kültürümüze de uygun değil. Kendi ellerimizle yarattığımız bu Frankenstein bizleri ve gezegenimizi yok edene kadar hiçbir şey yokmuş gibi bekleyemeyiz. Sanayi devriminden sonra gelen süreçteki birçok teknolojik kolaylıkların, yaşadığımız kültür ile entegrasyonu, gelecek kuşaklara emanet edilemeyecek kadar acil bir konudur. Mülkiyet ilişkileri o kadar sert kalıplar ile işlenmiştir ki; bulduğumuz teknolojiler yiyecek üretiminde bir insanın bile çalışmasına gerek kalmayacak kadar geliştirilse bile, ekonomik gerekçelerle dünyada yinede aç bırakılan birçok insan bulunacaktır. Sanayi devrimi sonrasında böyle birçok kültürel entegrasyonu yapılamayan mesele ortada dururken, nükleer gibi insanlığın boyunu çok aşan bir meselenin varlığını inkâr edemeyiz. Sadece insanlığı değil gezegenimizi de riske attığını unutmamamız gerekir.

Yaşamımı borçlu olduğum gezegenin başına gelebilecek bu felaketi, önceden görebilmek ve önlem alabilmek adına dünyada görebildiğim nadir şeylerden biri “vicdani ret”. Gezegenime karşı sorumluluğumun, gezegenimin içinde yaşadığım kültürüme karşı olan sorumluluğumdan daha önemli olduğunu düşünüyorum. İkisi birbiri ile çatışırsa gezegenime karşı sorumluluklarımı tercih ederim. Hiçbir kuvvet gezegenime ihanet etmemi sağlayamaz.

06-09-2004 tarihinde Ankara’da Sıhhıye Orduevi’nin; bizleri asker yapmakla kendilerini yükümlü sayan kurumun bir sosyal tesisinin önünde beni alacak mısınız diye bekledim. Bilgi için : http://www.savaskarsitlari.org/arsiv.asp?ArsivTipID=8&ArsivAnaID=21783

Şimdi yeniden öğrenme ihtiyacı duyuyorum, edinmek istediğim bilgi şudur.

Beni zorla askere almaya çalışacak mısınız ?